Hakikat Sonrası: Siyaset, Felsefe, Medya, Uluslararası İlişkiler, Bülent Özçelik, Editör, Nika Yayınevi, Ankara, ss.201-231, 2021
Hakikat sonrası evreye
bir dizi patafizik olgunun kapısını aralayan olağanüstü hâl, istisna hali, postmodernizm,
simülasyon teorisi, dijital gerçeklik ve olgu/kanaat eşitlemesi gibi saptamalarla
girdiğimizi düşünüyorum. İlkinde normun geçici süreliğine askıya alınışıyla
birlikte yeni bir resmi hakikat üretimi ve nesnel gerçekliğin bastırılışı; ikincisinde
norm ile ihlalin üst üste binmesi ve sonrasında oluşan yasasızlık bölgesinin zamanla
düzen algımızı değiştirmesi; üçüncüsünde hızlı enformasyon üretimi ve akışıyla
birlikte gerçeklik duygusunun ve hakikate ilişkin deneyim alanının tedricen
yitirilmesi; sonuncusunda ise beşeri deneyimin kümülatif niteliğinin dijital
veriler içine hapsedilişi söz konusu. Bu gelişmelere bir de insan
irrasyonelitesi ve kökleşmiş bilişsel önyargıları eklemek gerek kuşkusuz. Bu
bağlamda gerçekleştirilen Asch ve Festinger deneyleri, doğrulama sapması ve
güdülenmiş akıl yürütme teoremleri, tekrarın neden olduğu yıkıcı etkiler (öyle
ki, dijital medya haberciliğinde bugün artık tekrar, doğrulamanın yerini almış
durumdadır), kaynak amnezisi, korku temelli amigdala vb. kavramlar ise mevzunun
diğer bileşenleri (McIntyre, 2019: 52-70). Bilindiği üzere, hakikat sonrası kavramı
Ralph Keyes tarafından takdim edildiği biçimiyle “dürüstlüğün hiçleştiği bir
dönemin ürünü” (2017:34-37). Keyes’e göre, hakikatin temeli, sadakat ve
bağlılıktan geçiyordu ve toplumları günümüze getiren bu bağlılık olgusu aynı
zamanda onların dürüstlüğünün de bir göstergesiydi (Keyes, 2017:35-45). O halde
meselenin bir de etik boyutu var, daha doğrusu beşeri ilişki etiğini baltalayıp
dürüstlüğü değersizleştirerek yalan söylemeyi genel geçer bir norm haline
getiren bir yönü. Bu çaba, nesnel veya sosyal gerçekliğin çarpıtılmasıyla da
sınırlı değil sadece, bizzat olgunun kendisini yeniden üretme gayretiyle
ilgili. Keyes’e göre, artık böylesi bir dürüstlükten yoksun olduğumuza göre, “sürdürülebilir
yalanların kabul edilebilir bir stratejiye dönüştürüldüğü” hakikat sonrası bir
çağın da eşiğine gelmiş bulunmaktayız. Gerçekten de öyle; McDonalds’ın obezite
karşıtı kampanyalar düzenleyebildiği, diktatörlerin muhaliflerini faşist
olmakla itham ettiği, özel şirketlerin kamu sorumluluğu alabildiği tersine
dönmüş bir simülakrumlar evreni şekillenmekte (Gilloch vd., 2018:184-185). (...)