Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2025
Hiçbir şey yokluğun izi kadar kalıcı değildir. Çığlığına gecikilmiş
sevinçlerin yarattığı düş kırıklıkları da öyledir; eksilen şeylerin bilinçteki
ağırlığıyla sarsılır insan böyle zamanlarda. Yaşanmadan kalmış anların
hayaletlerinden türeyen ağrılı ezgilerle, uzak-yakın gurbetlere varılır.
Çağın savrulan bilincinde biriken kapkara urlardan da biliyoruz ki, birçok
şeyin bakılmamış boşluğuna vurulmalı neşter eğer vurulacaksa, yarım
kalmışlıkların kanayan ufkuna… Mağara duvarından şömineli zamanlara, kendini
her koşulda umudu ve barışı diri tutmaya adamış olanlarla, her iyi ve güzel
şeyi anında boğmaya yeminli kimseler arasında sürüyor hâlâ kavga. Ambulansa
kirli çizmelerle binmeyi şehirli nezakete ayıp sayanlarla kendi çöpünü
başkasının kapısına bırakmayı huy edinmiş fâsıklar arasında…
Sonuna Yetiştiğim Şarkılar, bastırılmış sesleri çağıldayan ritimlerin süratiyle tutuşturan yerden
sesleniyor bize. Deleuze’ün “kendi sınırlarından itibaren büyüyen şeyler vardır”
dediği zamanların aydınlık gecesinden... Birlikte ama ayrı olmanın
tanımlanamayan yalnızlığından, süt-ekmek kuyruklarında kendi ucuzluğunun
hazzını yaşayanlara; çoğunluğun örgütlü kötülüğünden, dürüst ve masum bir
azınlığa ait olmanın haklı onuruna; başkalarında kendisi olarak sürüp
gidememenin yol açtığı uygunsuzluktan, bir türlü iyileşmeyen yaralara; etrafı
hiç kimse yapan suskunluklardan, yaşarken geride bırakılmış tenhalıklara kadar
uzanan, geniş, tematik bir evrene açılıyor...
Kayıtsızlığın buzul çağını yüzleriyle başlatanların kalpsiz hıncına inat,
güneşli öykülerden bir sıcak lehçe. Benlik ülkesinden kolektif arzulara, her
renge musallat bir zihniyete karşı farklı hayatların şarkılarını mırıldanmayı
sürdürenler için...