Sosyal ve Beşeri Bilimlerde Teorik ve Ampirik Çalışmalar, Muhammet Daştan,Serap Kurt Kayserili, Editör, Fenomen Yayınevi, Ankara, ss.31-54, 2022
Günümüzde insan kaynakları bir örgütün en değerli, vazgeçilmez, taklit
edilmez özelliklerinden kabul edilmektedir. İnsan kaynağı bu değerini
kazanabilmek için zaman içinde koşulları birbirleriyle kıyaslanamayacak çalışma
koşullarına maruz kalmıştır. İnsan unsurunun göz ardı edildiği, örgütlerin de tam
ayarlı çalışan bir makine olarak görüldüğü anlayışla, 1929 Dünya Ekonomik Krizi
ardından yaşanan işsizlik, iş görenlerin içine düştüğü yaşam güçlükleri Endüstri
Devriminin ortaya çıkardığı çalışma yaşamı biçimindeki eksikliklerinin fark
edilmesini sağlamıştır. Çalışma koşullarının salt üretime yönelik olmaktan çıkıp
çevreye ve insana odaklanmaya başlamasıyla birlikte insan kaynağı için insana
yakışır iş ve çalışma ortamı gibi kavramlar çalışma hayatında sorgulanmaya
başlamıştır. Bu sorgulama çalışma hayatından, koşullarından ve yapılan işten
duyulan memnuniyeti de içermektedir.
Endüstri Devriminden günümüze kadar insan kaynağının işletmeler
açısından önemi zaman içerisinde hâkim olan işletmecilik ya da yönetim
anlayışlarına göre değişiklik göstermiştir. Yaşanan teknolojik gelişmeler, ticaretin
yaygınlaşması, toplumsal ihtiyaçların değişmesi, sosyo-kültürel dönüşümler bu
değişikliklerin yaşanmasında etkili olmuştur. Endüstri Devriminden ardından, 17.
ve 19. Yüzyıllar arasında genel kabul gören yaklaşım insanı ve evreni açıklamakta
saat gibi işleyen bir makine metaforunu kullanan; savunucuları arasında
Descartes, Mettrie, Boyle ve Kepler gibi düşünürlerin yer aldığı bilimsel
yaklaşımdır. Bu yaklaşım insan davranış ve tutumları üzerinde çeşitli kurallar ve
ilkelerle standartlaşma, uzmanlaşma gibi kavramlara önem vermiştir. Çalışma
yerindeki tüm unsurların birbiriyle adeta bir makinenin dişlileri gibi uyumlu ve
yoğunlaştırılmış şekilde çalışması beklenmiş, insan unsuruna üretim aşamalarında
kendine ait eşsiz ve tek bir şeye sahip olmanın değerini; başka bir deyişle
emeklerinin değerini feda etmeleri benimsetilmiştir.
Çalışma hayatında insan davranışlarının sonuçlarının araştırma konusu
yapıldığı Hawthorne araştırmaları ile iş ortamının sosyal ve psikolojik koşullarının
fiziksel koşullardan daha etkili olduğu, çalışma ortamının sadece bir fabrika olmadığı, bireysel davranışların ve grupsal etkilerin çalışma hayatında göz ardı
edildiği sonuçlarına ulaşılmıştır. Bu sonuçlar insan unsurunun ayrıca
değerlendirilmesi gerekliliğinin bilimsel olarak ilk ortaya koyuluşudur. Elton
Mayo’nun çalışma hayatına sosyolojik ve psikolojik unsurların etkisinin incelediği
çalışmalarıyla monotonluk, bıkkınlık ve tükenmişlik kavramları gündeme
gelmiştir. Bu bakış açısıyla insan ilişkileri ekolü kurulmuştur. İnsan ilişkileri ekolü
bilimsel yönetim yaklaşımını insana yöneltmiştir. Yönetimde davranışsal
yaklaşımla birlikte, sistemsel olarak değerlendirilen çalışma hayatı, örgütleri
sosyal sistemler ve insan unsurunu da bu sistemin en önemli unsuru olarak
görülmüştür. Genel Sistem Kuramı çerçevesinde insanın dünyayı düzenli bir
kozmos olarak açıklaması, yönetimsel açıdan örgütlerin mekanik olarak
sınırlarının ötesinde değerlendirilmesine, organik yaklaşımlarla kapalı bir sistem
olma düşüncesinden açık bir sistem olarak değerlendirilmelerine ön ayak
olmuştur. Sistem yaklaşımının üretim sürecindeki her sistemin yapısal olarak
birbirinden bağımsız alt sistemler olarak değerlendirmesi sistemler arasındaki
etkileşimin önemini ortaya çıkarmıştır. Üretim sürecindeki her sistemin içsel ve
dışsal faktörlerle etkileşim halinde olmaları gerekliliği içsel fonksiyon olan insan
unsurunun ihtiyaçlarının da dikkate alınması eğilimini artırmıştır. Böylece insan
kaynakları yönetimi felsefesinin çalışan tatmini, örgütsel aidiyet, kendini
gerçekleştirme, örgüt kültürünü benimseme gibi işlevlerle bireysel çalışma
disiplinini örgütle bütünleştirme amacına hizmet vermesi mümkün olmuştur.