International Symposium on Language and Communication: Exploring Novelties, İzmir, Türkiye, 17 - 19 Haziran 2013, cilt.4, ss.1409-1423
Ahlaki gazetecilik, toplumsal sistemin anlamsal
ufkunu belirleyecek kanaatlerin oluşturulması bakımından demokrasi kültürünün
çıkış noktası olarak, her şeyden önce, toplumsal sorumluluk güdüsüyle hareket
etmeleri beklenen gazetecilerin özgür ve bağımsız düşüncelerinin güvence altına
alınmasını amaçlar. Aynı şekilde, ahlaki gazetecilik, ideal anlamda gazeteciler
açısından “toplumsal sorumluluk” mitinin derinleştirilerek geliştirilmesine
vurgu yaparken, örgütlenmiş bir kurumsal bellek ve kolektif etkinliklerin
deneyim deposu olarak kültürel/siyasal bir mesleğin toplumsal denetim işlevi
açısından taşıdığı önemi açığa vurur. Ne var ki, günümüzde gazetecilik etiği, pratikte
en genel tanımlamayla, serbest piyasa koşullarında iş yapmak zorunda olan gazetecilerin
mevcut ekonomik sistemle bütünleşmelerinin ve uyum/denge arayışlarının baskısı
altında biçimlenmektedir. Dolayısıyla, serbest piyasa koşullarına ve söz konusu
piyasa mantığına ilişkin yasal düzenlemeleri dikte eden resmi otoritenin normatif
gücünün denetimine tabi olan böylesi bir etkinliğin, ülkenin düşünce/kanaat iklimine
yaptığı/yapacağı katkıların genel çerçevesi içinde yer alan konuların ve
tartışmaların niteliği de bir hayli sorunludur. Çağdaş gazetecilik mesleğinin
profesyonel tanımı içinde yer alan toplumsal sorumluluk, kamuoyunu doğru
biçimde bilgilendirme ve siyasal otoriteyi kamuoyu adına denetleme görevi,
liberal gazetecilik paradigmasının temelini oluşturur. Ne var ki, aynı
gazetecilik anlayışı dolaysız biçimde liberal ekonomik sistemin yasalarına
tabidir. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye koşullarında da durum aynıdır. Ticari
bir işletme olarak, başlıca hedefini kâr etmek olarak belirleyen bu tür bir gazetecilik
sisteminde, özgürlükçü, çok sesli ve çoğulcu düşünce ortamının muhafaza
edilmesi, özellikle alanda etkin olabilen üç dört büyük medya grubunun hayatta
kalabildiği gerçeğinden hareketle söylenirse, oldukça zor görünmektedir. McChesney’in
de belirttiği gibi, her ne kadar “kâr güdümlü bir ekonomik sisteme sahip
olmakla, kâr amaçlı bir medya sistemine sahip olmak arasında zorunlu bir bağ
olmasa da (…), son yüzyılda medya kâr elde etmek için önemli bir mecra haline
gelmiştir.” Medya içeriğinin önemli ölçüde kâr yönelimli hale gelmesi,
demokrasinin en ivedi siyasal ve kültürel talepleriyle ilişkisi zayıflamış bir
medyatik söylemin varlığı anlamına geldiği gibi, aynı zamanda liberal ve
demokratik teorilerin pratikten yoksun gücünü de gözler önüne serer. Söz konusu
yoksunluk hali, bizzat gazetecilerin toplumsal birer aktör olarak toplumsal
pratikten yalıtılmışlığı olarak anlaşılabileceği gibi, gazete sahiplerinin
gazetecilik alanı dışındaki daha başka alanların (ekonomi, politika, ticaret, vs.) yasalarına tabi olmayı seçerek üstlendikleri toplumsal sorumluluk,
demokratik kültürü gözetme ve kamu yararı ilkelerinden uzaklaşmaları olarak da
anlaşılabilir.