Akademi ve Siyonizm: Baskılar, Korkular ve İtirazlar


Yılmaz İ.

ULUSLARARASI BEYTÜLMAKTİS AKADEMİK SEMPOZYUMU, Mardin, Türkiye, 18 - 20 Nisan 2024, (Özet Bildiri)

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Mardin
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Atatürk Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

BARBARA JARHOURA'NIN ‘ALA ŞAVATİ ET-TİRHAL’ (AYRILIK SAHİLLERİNDE)  ADLI ROMANINDA MÜSLÜMANLARLA SİYONİST YAHUDİLER ARASINDAKİ ÇATIŞMA[1]

ÖZET

 

            Raviye Burbara, çağdaş Arap romancıları arasında önemli bir yazar olarak bilinmektedir. ‘Ayrılık sahillerinde’ isimli romanı, toplumsal gerçekçi bir roman olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazarı Raviye'yi çok eski tarihlerden beri tanımaktayım. Onun hem günlük yaşamında hem de yazılarında geçekçi bir insan aynı zamanda yazar olduğunu gördüm. ‘Ayrılık sahillerinde’ adlı romanını, bana Filistin’de bir sempozyumda iken hediye etti ve şunu ekledi: 'İşte Filistin'deki bizim gerçek hayatımız'. Bu romanda gerçek olaylardan alınan pek çok anekdot mevcuttur. O, romanın kendine has diliyle Siyonistlerle-Müslüman Araplar arasında yaşanan olayları bütün çıplaklığı ile sergilemektedir. Aynı zamanda psikolojik, sosyal, ekonomik ve siyasi olaylar da romanın içerisinde anlatılmaktadır.

            Bu romanda Siyonist Yahudi ve Müslüman kişiliklerinin tahlilini yapacağız. Karakter tahlillerinin yanında bir takım psikolojik, sosyal, ekonomik ve siyasi olaylar da inceleyeceğiz. Burada zaman, mekân, dini ve etnik kimlikler ve bunları etrafında yaşanmakta olan sosyal olaylar da ele alınacaktır. Evinden sürgün edilen, ekmeksiz ve işsiz bırakılan Müslümanların durumları tahlil edilecek ve onların trajedileri ortaya konacaktır. 

            Bu bildiride bilimsel bir inceleme ve tahlil yöntemine bağlı kalınarak roman çözümlendi. Bilindiği gibi şiir ve romanlar, çözümlenmeye, yorumlanmaya ve incelenmeye bağlı olarak daha iyi anlaşılabilir. Bundan dolayı burada gerçekçi toplumsal bir roman olma niteliği taşıyan 'Ayrılık Sahillerinde' isimli eser, bütün özel ve özgün yapısı ile ele alındı. Böylece Arap-Yahudi, özelde Siyonist Yahudi -Müslüman ilişki tarihinin bir boyutu olan bu döneme ışık tutulmaya çalışıldı.

Anahtar kelimeler:

            Arap, Müslüman, Yahudi, Siyonist Yahudi.

I.

Romanın Konusu: Aşk ve Dram

Roman Kahramanları: İbrahim ve Sara.

Romanın Geçtiği Yer: Filistin.

Romanın Türü: Toplumsal Gerçekçi Roman.

Romanda hem karakter hem de roman kahramanı olarak Yahudi asıllı Sara geçiyor. Sara, şu şekilde konuya giriyor: ‘Hikâyemizi yazmalıyım. Fakat hangi dilde! Dilin kimlik olduğunu söylerdin. Ben kimliğimi seninle birlikte kaybetmişim. Bakışlarınla bana suçlu gibi baktın. Bütün Yahudi toplumunun suçunu bana yükledin. Senin bakışlarından ve Filistinli annenin bana karşı kuşkulu durumundan kurtulmak için yazıyorum. Annesine, milletine bağlı erkeklere yazıklar olsun.’

Sara, İbrahim’i ne kadar sevdiğini dile getirir. Ona delicesine düşkün olduğunu, onun sohbetine âşık, gözlerinde kaybolan bir kadın olduğunu dile getirdikten sonra ona sorar: ‘Ama sonra ne oldu? Ben ne hale geldim?

Sara Müslüman eşi İbrahim’den ayrılmasına rağmen ondan vaz geçemediğini sürekli dile getirir: ‘Bana aşkın gelip geçici bir alev olduğunu söylüyorlar. Onlara diyorum ki, Eğer dediğiniz doğruysa gelin bu aşktan ben nasıl kurtulabilirim. Bunu da bana söyleyin.’

Romanda Sara’nın ağzından sürekli bir şekilde Müslüman kimliğine işaret edilir. İbrahim’e onun bir sözünü hatırlatır: ‘Hani sen kalbinin geniş olduğunu sürekli bana söylerdin. Şimdi de bana kalbimde sana yer yok mu diyorsun!’

Ona göre Yahudiler tarihten gelen hak peşinde. Araplar ve Müslümanlar can derdinde. Sen ise İbrahim, aşk derdindesin. Saf aşka inanan Yahudi kızını elde ettin. Ona Müslüman kadınların giysisi olan siyah fistanı giydirdin. Elbisesi kararan Yahudi kızının günleri de böylece karardı.

Eşinden ayrıldıktan sonra Yahudi kızı, geleneksel giyişi olan kara fistanı sürekli olarak yalnız kaldığı zamanlarda giymiş, hem İbrahim’le geçirdiği güzel günleri hem de acı günleri dile getirmiştir. Bir defasında o, şu anıyı anlattı: “ İbrahim! Ne zaman seninle evde otursak saç telimden bir tanesini tutar ve şöyle derdin, “ Eğer başkası saçının teline dokunacak olursa onu bu saç teli gibi koparır, kül ufak ederdim.” Bu yüzünden de bende onun yere attığı saç telini alır bir kenara bırakır, başımı kucağına koyardım. Onun kucağı benim için anne kucağı gibiydi.

Sara’nın İbrahim’de görüp de hoşlandığı en çok onun kelimeleriydi ve derdi ki: Ah o kelimelerin yok mu, beni coşturan, heyecanlandıran ve mutlu eden kelimelerin.

Daha sonra Sara İbrahim’le nasıl tanıştığını dile getirir. Beni Hayfa ’ya davet etmişti, sıcak bir gündü, o da bana: aşkımız her zaman sıcak olarak devam edecek demişti.

Saraya göre İbrahim, kadını çok iyi tanıyor ve onu mutlu etmesini biliyordu.

Mutluluk üzüntüden, kolaylık zorluktan sonra geliyordu. Bunu iyi biliyorsun Sara. Seni zor bir günde tanıdım, eğer günler ve şartlar zor olmasaydı senin dünyana giremezdim, senin denizine dalamazdım.

İbrahim bana bilmediğim bir dünyadan bahsediyordu. Bize gerçekler sabittir, hiç değişmez, hayat boyu gerçekler gerçektir, demişlerdi. İbrahim’i tanıdıktan sonra gerçek bildiğim şeylerden şüphelenmeye başladım. İlkokul öğretmenimin bize öğrettiği güneş doğudan doğarmış, bu sözden bile şüphe ediyorum artık. Eğer biz Doğuyu mutlak bir değer olarak ele alırsak, güneş doğudan doğar diyebiliriz.

Bana göre güneşin doğudan doğduğu da yalan. Tek gerçek birlikteyken gördüğümüz şeyler.

Daha sonra Sara annesinden bahseder: Annem Irak kökenli bir Yahudi kadındı. Anne olmasından dolayı bakışı farklıydı. Dünyayı kendi ailesinin iğne deliğinden görüyordu. Annem şu sözü hep tekrar ederdi: “Tanrıya ne kadar şükretsem azdır, ölmeden önce Tanrının bize vadettiği topraklara yani vatanıma geldim. Irakta ölsem gurbette ölmüş olacaktım.” Bir Yahudi kadını, doğduğu yerde ölmeyi gurbette ölmek olarak algılaması ilginçtir. Bunun üzerine Sare annesine sorar: “Sana göre Irak gurbet miydi? Annesi düşünür, gözlerini boşlukta gezdirir, ah vah eder, sonra da: “Sen haklısın aslında, doğduğum topraklar benim için niye gurbet olsun. Irak benim İsrail’den sonra ikinci vatanım” derdi. Annem sürekli: “Müslümanlar bize tabi olmalıdır, Müslümanların çocukları bizim askerimize, polisimize taş atıyorlar, isyan çıkarıyorlar.” Bunun üzerine Sara de annesine: “ Bizimkilerde onlara silahlarla ateş ediyorlar” diyordu.

Annesi Saraya: “Sen iyi yemek yapmayı öğren, erkeğin kalbini çalmayı öğren, siyasetle uğraşma” derdi. Yani Yahudi bir kadın bütün mücadelesini, güzel ve tatlı yemeklerde kazanmaya çalışırdı. Dışarıda bir sürü olay oluyorken, haberlerde Müslümanların öldürüldüğünü duyuyorken, annem hala yemek yapmakla, Yahudi öğretisini tekrarlamakla ve Tevrat okumakla vaktini geçiriyordu.

Sara ile İbrahim’in tanışması, bir gösteri gününde oldu. Sara gösteriyi izlemek için gösterinin yapıldığı alana yakın bir yerde duruyordu. Gazdan etkilenmişti, İbrahim’de ona yardım etmişti. Gözlerini ilk açtığında Sara, başında İbrahim’i gördü, nefesi sıcak geldi, onu yakından hissetti, gözlerini ona çevirdi, gözlerinde çam ağaçlarının, seli ağaçlarının yeşilliğini, Kermelin güzelliğini gördü. İbrahim, Allah insanı en güzel biçimde yarattı, benim de senin de üzerimizdeki gömlek insaniyet gömleği derdi.

İbrahim’in yüzünden evde Arapça konuşmaya başladım. Annem buna karşı çıktı bende ona senin ana dilin Arapça değil mi, dedim? O da bana: “ Sara kızım, biliyorsun Arapça benim ana dilim değil. Arap bölgesinde yaşadığım için Arapçayı öğrendim.”  Ben de her dil yeni bir dünya, başka dünyalarla ilgili bilginin artmasını istiyorsan dil öğreneceksin, dedim. Bunun üzerine annem de: “ Ha ha Arapça ile başka bir dünyanın bilgisini mi öğreneceksin? Geri kalmış, kokuşmuş dünyanın bilgisini mi? Üniversiteyi iyi oku sen.”

Bir gün dedem, teyzem, dayılarım hep birlikte bizim evde toplanmıştık. Gayet neşe içerisindeydik, konu, benim Arap arkadaşım İbrahim’e geldi. Annem dönüp bana: “ Sen bir Yahudi’sin, utanmıyor musun adi bir Arap’la arkadaşlık kurmaya? Utan kızım kendinden utan! Sonunda kendini de bizi de rezil edeceksin.”

Ben bütün bunları yaşarken, bütün duygularımı sana söyleyemiyorken, sen Müslüman erkeği İbrahim sustun, içindeki volkanı dile getirmekten korktun.

Teyzemin oğlu Afler askere gitmişti. Onun bulunduğu alanda şiddetli çatışmalar oluyordu. Haberlerden ne duysak İbrahim’i sevmemden dolayı annem yüzüme öfkeli bir şekilde bakıyor, sürekli çığlık atıyor, en ufak hadisede bağırarak karşılık veriyordu. Ama ben, sürekli İbrahim’le konuşmak istiyordum ve her zaman bu fırsatı bulsam ona şöyle sesleniyordum: “ Neredesin, gözyaşlarımı sildiğin mendil nerede, elimden tuttuğun elin nerede, karanlıkta ışık, soğukta sıcaklık, sıcaklıkta serinlik, susuzlukta su veren o gözlerin nerede? Diyordu. İbrahim aşkını bu şekilde açıklıyordu: “ Sana olan aşkım gizli bir şey mi? Arapçada bir söz var, üç şeyli gizlemek mümkün olma; aşkı, hamileliği ve deveye binmeyi.

İbrahim, evlenmek için siyah bir fistan almamı istedi benden. Bununla da kalmadı, başımı örtmemi istedi. Bende ona; Hani İbrahim İslamiyet’te zorlama yoktu, hani sende insaniyet vardı? Şimdi ise bana sakalınla çıkıyorsun, bana başörtüsü ve fistan dayatıyorsun. İbrahim fistanımın, dizlerimin altında olması hususunda ısrar ediyordu. Bir gün İbrahim bana şiir yazı. “ Yaktın şehrimi kül ettin, Fistan giydin beni deli ettin, Yaktın beni kül ettin, Fistan giydin beni köle ettin.” Ben ona sürekli Yahudi olduğumu söylüyordum, o da bana: “Sen Yahudi değilsin artık,” diyordu.

Fuat adından bir çocukları olur. Yahudi anne, babasının Müslüman olmasından dolayı oğlunun askere gitmesini ve çatışmalara katılmasını istemez. Sonunda Sara eşine şunu söyler: “ Her şeye yazıklar olsun! Benim Yahudiliğime, senin Müslümanlığına, benim kadınlığıma senin erkekliğine!  Sen toplumsal geleneklere bağlı birisin İbrahim, toplumsal geleneklere bağlı olanlar sadece felakete varır. Müslümanlar, duygunun ne olduğunu bilirler. Ancak aklın ne olduğunu bilmezler. Sen susmanın, aklı zincire vurmanın, kayıtsızlığın ve mutsuzluğun uzmanısın. İbrahim sen korkuyorsun, sevmekten, sevilmekten korkuyorsun. Ben zamana ve aşka yenilmiş bir insan oldum sonunda. Benim aşk şehidi olacağım kesin. Diriltildiğimde bundan pişmanlık değil gurur duyacağım. Tekrar aşk şehidi olmaya koşacağım. Aşk şehitleri asla pişman olmazlar.

Sara’yı annesinin yanında, bir Müslümana âşık olması ve onunla evlenmesi bitirmiştir. Annesi onu gömecek mezar aramaktadır. Yahudi mezarlığında sana yer yok. O zaman benim kabrimde kim bana dua edecek. Rab ya da Şeyh kabrime gelip dua edecek mi?

Sara İbrahim’e seslenir: “ Sen benimle dini inançlarını da kaybettin İbrahim. Her gün Allah herkesin Allah’ı derdin, ne çabuk unuttun. Elhamdülillahı Rab bil Âlemin ayeti nerde kaldı? Yoksa sen Tanrıyı da mı parçaladın? Her din mensubuna bir hisse mi verdin?”

İbrahim üniversiteyi bitirmişti, iş istiyordu Yahudilerden. Bir Yahudi kızı ile evlenmesinden dolayı ona iş verilmiyordu. Sara’nın ailesi sürekli bir şekilde İbrahim’e zarar vermeye çalışıyordu ta ki ayrılsınlar diye.

Bu sırada Irak- Kuveyt savaşı çıkmış, İsrail devleti teyakkuz halini almıştı. İsrail hükumeti akla gelmedik önlemler alıyordu. Her evde birer oda kale gibi korunaklı hale getirilmiştir. Yahudiler, çekirge sürüleri gibi mağazalara hücum etmişti. Caddelerde gaz maskesi olmaksızın yürüyen kimse yoktu. Bazı Müslümanlar fırsat buldukça sokağa çıkıyor, Irak lehine gösteri yapıyorlardı.

Sara de bu arada doğum yapmak üzereydi. İbrahim’le doğum için hastaneye gittiler. Sara ailesine haber verdiği takdirde ailesi gelmedi. İbrahim de ailesine haber verdiği halde ailesi gelmedi. Gerekçeleri, Yahudi anneden ve Müslüman babadan doğacak çocuk meselesiydi.

Teyzemin oğlu Siyonist Afner, bizi zor durumda bırakmak ve beni İbrahim’den ayırmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Kader insandan daha güçlüdür derlerdi, inanmazdım. Önceleri her şeyin bizim isteklerimiz doğrultusunda olduğunu zannederdim.

Bir defasında Afner’le annem gilin evinde karşılaştık. Afner bana: “ Yahudi düşmanlarından ne zaman ayrılacaksın?” Diye sordu. Neredeyse bana saldıracaktı. Gittikçe hayat şartlarımız zorlaşıyordu. İbrahim’e bütün kapılar kapatılmıştı. Yahudi toplumunun içine girmek benim içinde mümkün değildi. Bir Yahudi kadınla evli olmasından dolayı Müslümanlarda İbrahim’den uzaklaşmıştı. İbrahim, gün boyu nerde iş bulursa eve ekmek getirmeye çalışıyordu. İbrahim çok bunalmıştı, kendini ibadete vermeye başladı. Bu durum üzün süre devam etti. Benim itirazlarım üzerinde ibadetten uzaklaştı bu seferde kendini içkiye verdi ne yapacağını şaşırmıştı. İnsanın çaresiz kalması ne yapacağını bilememesi ne korkunç bir şeymiş. Kalbim, aklım, bedenim kaygı doluydu. İnsan gece güneşi arar mı? Bir gece çok bunalmıştım, kalktım güneşi aramaya başladım. Ben görmesem de güneş yanmakta, ışıkları ulaştığı yerleri aydınlatmaktaydı. Güneşe yalvarmaya başladım, gel bizim evimizi de aydınlat, diye.

Bir gün annem gile gittim, Afner de geldi. Elinde gül demeti, omuzlarında katıldığı savaşları simgeleyen nişanlar, aklında gelecek savaşlar için taşıdığı kurşunlar. Ve dedi ki; bir Yahudi benim gibi olmalıdır.

Neticede İbrahim’le ayrıldık. Her insanın bir hikâyesi vardır. İnsanlar gerçek hikâyelerini kapı arkalarında gizlerler. İsrail devletinde özellikle okullarda kahramanlık ve korkaklık kutlama günleri yapılıyordu. İkinci dünya savaşında gaz fırınlarında yakılan Yahudiler anısına saygı duruşu yapılacaktı. Hep birlikte bütün Yahudiler buna katılmasına rağmen yine de kendi aralarında eşit yurttaş olamıyorlardı. Çünkü vatandaşlık dersinde aralarındaki kimlik farklarını öğrenmişlerdi. Farklı dünyaların insanları olduklarını hatırlamışlardı. Yahudi ailemin yanında bir Yahudi olarak yaşamama rağmen, ailem başta olmak üzere bütün Yahudiler: “ O kaybolmuş biri” olarak muamele ediyorlardı.

İbrahim kendi ailesi içerisinde, bende kendi ailem içinde yaşamamıza rağmen ikimizde çocuklarımızla birlikte, bir denizin ortasında yalnız başına kalmış kaybolan gerçeğimizi arıyorduk.

 Sara bir gün bir kitabın arasında İbrahim’in mektubunu bulur:

Ben İbrahim, yaşamım oğlunu feda edemeyen Nebi İbrahim’inkine benzedi. O tekrar yeryüzüne gelmeyecekti, fakat hikâyeleri, hem tekerrür edecek, hem de dilden dilde dolaşacaktı. Ben de çocuklarından ayrı düştüğü için çile çeken, insanları birliğe beraberliğe çağırdığı için sürgün hayatı yaşayan Nebî İbrahim gibi, sürgündeyim ve esaretim sürmekte…

 Nizar Kabbani derdi ki: “Ben Araplığı ile yorulmuş biriyim!” Ey aşk Şairi! Beni mazur gör! Ben de aynı şeyi söylüyorum. Ben de yoruldum. Arap olmak ne de zormuş bu çağda!

 Aşkı, Nizar’ın şiirlerinden öğrendim. Eskimez şiirler yazmıştı, ben de onların hepsini okudum. Şiirleri beni aşka götürdü. Âşık olacağım kadın ile buluşturdu. Aşkı delicesine bana yaşattı.

Bir rastlantı sonucu Sara'yı tanıdım.  Nizar'ın şiirlerinde aradığım kadındı.  Onu hayatımın Belkıs’ı olarak gördüm. Bana eskimeyen şiir gibi geldi. Fakat biz Arapların yeryüzünde duygusallık, cömertlik,  misafirperverlik gibi güzel hasretlerinin yanında,  bazı kötü hasretleri de vardı. “Araplar, eskimeyen şiir yazarlar. Zaman geçer eskimeyen şiirlerini kendi elleriyle yok ederler.” Bunu burada söylememin nedeni, ben de Arap’ım. Ben de eskimeyen bir şiir yazdım. Adını, “Hayatıma Şiiri” koydum. Şimdi ise onu ellerimle yok edeceğimden korkuyorum. Şunu iyi biliyorum ki er veya geç insan atalarına dönüyor, onların hasretlerine bürünüyor. Yaşlandıkça milli kimlik geri geliyor, insan klasik biri olup çıkıyor. Eskimezlerini eskitiyor.

 Sara'ya olan aşkımın benzeri yok. Hayfa ‘da gösterinin yapıldığı, askerlerin göz yaşartıcı gazlarla göstericilere müdahale ettiği gün ilk defa onu gördüm. Gazdan etkilenmiş, yere yıkılmıştı. Bir insaniyet yapayım dedim, onu tuttum, kaldırıma taşımdım, kendine gelmesi için ona soğan koklattım. Gözyaşlarını mendilimle sildim. Fakat ister istemez gözlerim gözlerine takıldı, gözlerinde kaderimi gördüm, gözlerimi kamaştıran sihirli güzelliğine tutuldum. Bununla kalsam iyi, karşısında eridim, etim kemiğime karıştı, toz toprak oldum. Sara'nın gözyaşlarını sildiğim mendil, akşamın canlı şahidi oldu. O mendil, kanayan yaramın sargısı oldu.

Sara'nın etnik kökeni, dini, dili benim için önemli değildi. Türk de olsa, Rum da olsa, Yahudi de olsa onu sevecektim. Bunu kesin olarak söylüyorum. Bugün de olsa yine onu severim. Tekrar dünyaya gelsem yine onu arar bulurum. Kalbim onun aşkıyla yanmaya başlamıştı bir kez. Kalbim mutluluğun onun sevgisinde olduğunu söylüyordu. Onu sevmek, onun sevgisini kazanmak istiyordu. “Göz kalbini aynasıdır” derler ya, kalbim ne söylüyorsa gözüm onu icra ediyordu. Artık kalbim ona dört duvarlı bir oda inşa etmiş, beni dış âleme kapatmıştı. Kalbim Sara için atıyordu. Kadın dedi mi o aklıma geliyordu. Onun yanında bütün kadınlar ruhsuz ve manasız kalıyordu. O aşkın ta kendisi, kadının ta kendisiydi. Kuvveti buradan geliyordu tabiat kadar tabii idi.

            Sara ile ailem arasında tercihte bulunmak zorunda kaldım. Bu durum kolay değildi. Ailemin ilk çocuğu idim. Buna rağmen onlara karşı çıktım. Ailemi, yurdumu, yuvamı terk ettim. Bir tek amacım vardı: Sara ile birlikte olmak,  Sara ile birleşme.  Sara ruhumdu, kalbimdi. Düşündüğüm tek şey onun varlığıydı. Her ayrılışında hemen onu düşünmeye başlar; vaktini nasıl geçirdiğinin, ne yaptığının, nerede olduğunun hayalini kurardım. Yavrusuna yiyecek bulup getiren, gagasıyla onu yediren bir serçe gibi, bir lokma ekmek bulduğumda ona götürürdüm.

Sara son limanım,  son dostum,  ilk ve son sevgilimdi.  Sara gökteki yıldızım, annem, çocuğumdu.  Aşkıyla hırçınlaşan kadınımdı. Hayatımın kaynağı idi. Onun için ve onunla yaşadım. Her şey onda ümitleşti. Sıcaklığı,  sevgisi ve deliliği ile hayatıma hayat kattı.  Varlığında ve yokluğunda hep onu hissettim, hep onunla yaşadım.

            “Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür.” derler Yahudi olması beni korkutmadı fakat üzerimdeki ihtirasları beni korkuttu, bana korkular ilham etti. Sonunda beni kendisine esir etti.

            Sara neden böyle yaptı? Neden bana korkuları ilham etti? Niçin bana esaret hayatına layık gördü? Aşk yuvasında susamaktan başka bir şey yapmadım. Sara, konuşma özgürlüğümü elimden almıştı.

 Sustum, sustum, sustum!

 Sara benden kaçıp gidiyorsun, yine benim içimdesin!

 Düşüncelerimdesin! Hayallerimdesin!

 Yokken karşımdasın. Öfkeliyken gülümsememdesin!

 “Kader yapar, vehimleri yıkar” derlermiş. Kadere bak ki, biz de aynısı olduk.

 Ben hayatımda tesadüfe çok yer veririm. Tesadüfleri kalpleri birleştiren büyü olarak görürüm. Tesadüfen tanışanlar, birbirlerinin kıymetini bilir. Evlilikleri daimi olur. Erirler, dağılırlar ve kaynaşırlar. Duraksamalar onları yeniden koşturur.

Seni aylarca bekledim. Durdum, sabrettim, sustum. Bana sabırla zirvelere nasıl ulaşıldığını sen öğrettin.

 Sara! Canım benim! Her şeyin bir sınırı varmış. Sabrımın sonu varmış. O tükendi. Beni ayıplama ne olur! Beklemeye tahammülüm de kalmadı. Gittin, geri dönmüyorsun. Beni test mi ediyorsun, gücümü mi sınıyorsun? Bana naz mı ediyorsun? Benimle evcilik mi oynuyorsun? Benimle oynama ne olur! Ben bir deliyim. Deliliğim zıtlıklardan kaynaklanıyor. Deliliğim bırakmıyor ki biraz dinleneyim. Olması gereken şeylerle, olacak olan şeyler arasında gidip geliyorum.

 Senin uzaklaşmana sabredemiyorum. Beni bağışla, ne olur! Benim kaçışım senden değil, hayattan. Görüyorum ki susmamdan dolayı sen acı duyuyor, azap çekiyorsun. Ben de seni uzaklaşmandan dolayı tükeniyor, kendimi içkiye veriyorum. Sevinçle bir araya gelmemize karşı çıkan bu âlemin dışına çıkıyor,  havada uçuyor,  yerlerde geziyor,  sana geliyorum.  Senden,  annenden,  babandan kaçıyor yine sana geliyorum. Ben, sen oluyorum. Bütün acılarımdan senin yanında, çocuklarımızın yanında kurtuluyorum. Senden ve çocuklarımızdan kopamıyorum. Senden ve çocuklarımızdan kaçamıyorum. Sizden başka benim için bu dünyada başka bir hayat yok. Fakat benim için sizin yanınızda da bir hayat yok, çünkü ben senim. Çünkü ben hepinizim.

            Ben çaresizim. Beni bu kadar çaresiz bırakan benim kimliğim. Beni bu denli çaresiz bırakan benim yorulmuş Arap kimliğim. Beni bu denli çaresiz bırakan benim karşıdakini yoran Arap kimliğim. Yaralıyım. Yaramın iyileşmesini imkân yok!  Dert bende, yara bende! Fakat bu derdim beni öldürmesini istemiyorum. Ben derdimi seviyorum derdimin dermanım olduğunu biliyorum.

 Kırk yaşlarıma geldim. Tehlikeli bir noktadayım. Ben aşk çeşmesinden ayrılalı çok oldu. Ayrılık çeşmesinin başına geldim. Gözleri yaşlı, hasret dolu olarak ayrılık çeşmesinin başında oturuyorum. Sen ve çocuklarımın ayrılık çeşmesinin başına gelmenizi istemiyorum. Siz aşk çeşmesinin başında kalın! Belki sizi yine bulabilirim!

Bu senin tercihin Sara! Cevabını bekliyorum. Belki de yine susarak sana cevap vermiş olacağım. Bir defa daha seni bekliyorum!



[1] Prof.Dr. İbrahim Yılmaz,Atatürk Üniversitesi, iyilmaz@atauni.edu.tr